Anasayfa / Eğitim / Okulu Yeniden Düşünmek
Okulu Yeniden Düşünmek

Okulu Yeniden Düşünmek

Öğrenciler: “Bunu neden öğreniyoruz?” diye sorduklarında genelde cevabımız “Çünkü, bu konudan sınavda şu kadar soru çıkacak.” oluyor. Matematik veya Türkçe gibi ulusal sınavlarda belirli bir ağırlığa sahip bir dersin öğretmeniyseniz ve sınav zamanı da çok yaklaşmışsa bir nebze şanlısınız. Derste konu anlatırken öğrencilerin size dikkatini verme oranı diğer derslere göre daha yüksek. Elbette bir yere kadar… Üniversite mezunu olmakla iyi bir meslek sahibi olmak arasındaki giderek zayıflayan bağ, artık bunu da mümkün kılmıyor.

Geçmişte yapılan ve bugün hayretle karşıladığımız olayları düşünelim. Uçaklarda, yolcu otobüslerinde sigara içilmesi, hatta 1950’li yıllarda doktorların sigara reklamlarına çıkması. Uzun yıllar sigara içen bir arkadaşım, sigara içmeyi bırakmasının hikayesini şöyle anlatmıştı: Kendimin dışına çıktım, hatta öyle bir uzaklaştım ki, uzaydan dünyayı görmeye başladım. Oradan bakınca tüm gün ağzımda bir çubukla dolaşmak birden çok mantıksız görünmeye başladı.

Ya da bizim neslimizin okullarda sürekli maruz kaldığımız fiziksel şiddeti düşünün. Bu gözler, tahtada evire çevire dövülen, kafası tahtalara vurulup tekmelenen öyle çok öğrenci gördü ki… Hiçbir suçum olmadan yediğim sıra dayanaklarını saymıyorum bile. İşin ilginci, eve gittiğimiz de ailemize de söylemezdik dayak yediğimizi. Dayak, normal okul akışının bir parçasıymış gibi. Bugünse kabul edilemez bir şey olduğunu söylememe gerek yok.

Bu iki örnekte olduğu gibi size zaman içerisinde bakış açımızı kökten değiştiren yüzlerce şey sayabilirim. Buna rağmen, eğitim sistemi hiç değişmedi. Evet, müfredatlar değişti, sınav sistemleri değişti; 5+3, 4+4 oldu, birçok teknoloji hayatımıza girdi; ama eğitimin dayandığı temel varsayım hiç değişmedi: Zaman. Zamanı algılayış şeklimiz ve onu nasıl yönettiğimiz…

Bunu daha iyi anlayabilmek için sigarayı bırakan arkadaşımın taktiğini uygulayalım: Eğitim sistemine çok ama çok dışarıdan bir gözle bakalım:

Düşünsenize 12 yıl boyunca günde 40 dakikadan 7-8 ders ve yılda 180 iş günü olacak şekilde rahatsız bir sandalyede oturmaya katlanabilirseniz diploma alabiliyorsunuz. İlerlemeniz, öğrenmenize değil; yeterince oturmanıza bağlı. Size ilerlemenizi ölçtüğünü söyleyen bazı testler yapılıyor ve sonunda hemen herkes takdir alıyor. Bazı kesimler, tüm öğrencilerin takdir almasını eleştiriyor; ancak o takdir zaten size başarınızdan dolayı verilmiyor ki…Sabırla oturduğunuz için veriliyor ve bu gerçekten takdir edilesi bir şey.

Zamana bağlı sistem, bundan 117 yıl önce 1906 yılında kamu eğitimini standartlaştırmak için Carnegie Üniversitesi tarafından geliştirildi. Üniversite, öğrencilerin belirli bir konuyu öğrenmek için ihtiyaç duyduğu dakika sayısını ve lise veya üniversite diploması almak için gereken “kredi saati” sayısını kesin olarak tanımladı. O yıllardan bugüne neredeyse hiç değişmeden bütün dünyada kullanılan bu temel dinamiğe günümüzde Carnegie Vakfı başta olmak üzere okulu dönüştürmek isteyen pek çok sivil toplum kuruluşu meydan okuyor ve oturma süresinden bağımsız olarak yetkinlik temelli bir sisteme geçmenin yollarını arıyor. Biz de acaba 180 iş günü az, 200 güne mi geçsek diye düşünüyoruz.

Geçenlerde lisede çalışan bir arkadaşımla sohbet ediyordum. Öğrencilerinin derse olan ilgisini sorduğumda “Sınıftaki en heyecanlı kişi benim, gerisini sen tahmin et!” dedi.

Bir şeyi öğrenmeyi kafaya koyduğunuzda sınırsız ücretsiz kaynağın olduğu bir dünyada öğrenme arzusunu ve motivasyonunu kaybetmiş bir nesil yetiştirmek hakikaten büyük başarı. Bugün istisnaları bir yana bırakırsak harekete geçmek için zerre kadar motivasyonu olmayan, hiçbir işte sebat etmeyen, büyük çoğunluğu hayal bile kurmayan nesil bizim eserimiz. Hayal kuranlar da yurt dışına gitme hayali kuruyor maalesef.

“Ama sınav gerçeği var, ama toplum buna hazır değil; ama veliler böyle istiyor!” söylemlerinin ardına saklananların da saklanacak yerleri kalmadı artık. Kabul etmek istemesek de meslek edindirme amaçlı eğitimin sonuna geldik. Okulları yetkinlik bazlı olarak yeniden yapılandırmak; üstelik bunu pandemide “Acil uzaktan eğitim!”çağrısına cevap verme hızımızla gerçekleştirmek zorundayız. Bu ülkemiz özelinde bir durum da değil. Tüm ülkeler eş zamanlı olarak bu sorunun cevabını arıyor. Bu yazıda, bu arayışlar ve bazı çıkış yolları üzerinde duracağım.

Laurene Powell Jobs ve eğitimcilerden oluşan bir ekip, bu soruna bir çözüm bulmayı umarak yola çıkıyorlar ve 50 milyon dolarlık bir kaynak ayırdıkları XQ: Süper Okul Projesini başlatıyorlar. İlk olarak New York Halk Kütüphanesinin merdivenlerine lise eğitiminin nasıl iyileştirilebileceğine dair fikirleri toplayacakları bir video standı kuruyorlar. Ziyaretçilerin kişisel hikayeler anlatmasını sağlayan bu iPad uygulaması, kullanıcıların müfredattan okul liderliğine kadar eğitimle ilgili bir konu belirlemelerine yardımcı oluyor ve ardından basitçe “Neyi yeniden düşünürdünüz?” diye soruyor. Böylece ziyaretçileri kendi deneyimlerini paylaşmaya ve bir lise tasarlasalardı neyi farklı yapacaklarını anlatmaya teşvik ediyorlar. Ebeveynler, öğretmenler, öğrenciler ve toplumun her kesiminden insan, eğitimin geleceği ve topluluklarında neye ihtiyaç duyulduğu ile ilgili fikirlerini burada paylaşıyorlar.

Gelen fikirlerden en iyilerini seçerek finanse edeceklerini açıklayan vakıf, XQ tasarım ilkelerini oluşturarak yola koyuluyor ve okullara bu ilkelere uygun dönüşümü başlatmak için ücretsiz kaynaklar ve araçlar sağlıyor. Okullarla geliştirilen ortaklıklar sayesinde dönüşen liseler ilk meyvelerini vermeye başlıyor. XQ’nun 24 farklı okulla kurduğu ortaklığı ve liselerin elde ettikleri sonuçları buradan inceleyebilirsiniz.

XQ’nun araştırmaya dayalı 6 tasarım ilkesi şöyle:

  1. Güçlü misyon ve kültür: Paydaşları ortak bir amaç etrafında birleştiren açık bir okul değerleri dizisi. 
  2. Anlamlı, etkileşimli öğrenme: Öğrencilerin içerik bilgisini ve karmaşık becerileri geliştirmelerine yardımcı olan disiplinlerarası ve ilgi çekici stratejiler. 
  3. Önemseyen ve güvene dayalı ilişkiler: Öğrencilerle yetişkinler arasında ve öğrencilerle akranları arasında, onların bütünsel olarak gelişmelerine yardımcı olacak kişisel bağlantılar.
  4. Gençliğin sesi ve seçimi: Öğrencilerin özerklik oluşturması ve kimliklerini geliştirmesi için özgün, geniş fırsatlar.
  5. Zamanın, mekanın ve teknolojinin akıllı kullanımı: Öğrencilerin ne zaman, nerede ve nasıl öğrendiğine dair geleneksel olmayan yaklaşımlar. 
  6. Topluluk ortaklıkları: Öğrencilerin lisenin ötesindeki hayatı hayal etmelerine yardımcı olacak değerli deneyimler kazanmaları için gerçek dünyada öğrenme fırsatları sunan bağlantılar. 

XQ Okullarının en önemli farkı, akademik başarının ardındaki gerçek dinamikleri çözmüş olmaları. Akademik başarıyı büyük ölçüde doğuştan gelen zekaya ve çok test çözmeye indirgeyen yaklaşım yerine, akademik başarının sosyal duygusal öğrenme, üstbiliş ve kimlik oluşumu ile ilgili derinden ilişkili olduğunu kabul etmeleri.

Bir sonraki yazımda bu 6 ilkenin üzerinde tek tek durmaya çalışacağım.

Hakkında Aysun Yağcı

Öğretmenlik deneyimlerimi, kendimce doğrularımı, okuduklarımı, aldığım eğitimleri, çıkarımlarımı paylaşmaya devam ediyorum.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Scroll To Top